top of page
Anasayfa: Welcome
Ara
  • Yazarın fotoğrafıİlayda Demir

Peki, madem...

Peki, başlayalım. Bazen anlatacağınız çok şey olur ancak bir türlü o anlatılacaklar cümlelere dönüşmez. Kelimelerin gücünden mi, kendi gücünüzden mi korktuğunuzu anlayamazsınız. Belki ikisi de belki de sadece anlattıkça anlattıklarınızın sizi yaralamak için kullanıldığını deneyimlemenizden…


Bir şekilde yaftalanırsınız, bir etiketiniz olur. Duygusal, güçlü, bencil, mutsuz, pollyanna, yalancı, saf, akılsız, kurnaz… İnsanlar bir tanıma koyamadığı kişilerle iletişime geçemezler. Etiketiniz olmalı çünkü etiket iletişimi başlatır.


Peki, bu etiket size ait değilse? Değil öyle mi? Sandıkları kadar güçlü değilim, göründüğüm gibi mutsuz değilim vb. cümleleriniz vardır sizin de. Normal. Çok normal. Etiket size ait değildir zaten, etiket karşınızdakinin sizi tanımlamakta kullandığı bir araçtır. Amacına ulaşmak için yağmalamak, kendini sevdirmek, sahip olmak, anlaşılmak, anlatmak için kullanılan bir araç.


Ya siz? Sizin kimlere karşı nasıl etiketleriniz var? Hadi bunu boş verelim. Sizin kendinize karşı etiketleriniz neler? Ne diyorsunuz kendinize sıklıkla? Aptal mı, güçsüz mü, mükemmel mi, sahtekar mı, mutsuz mu, sevecen mi? Ya da geçelim bunları. Şişko mu, sıska mı, kısa mı, çirkin mi, değersiz mi, kıymetli mi, korkusuz mu, ödlek mi, güzel mi? Sahi, ne sizin etiketiniz?


Ben bu sorunun cevabını keşfettiğim bir dönemdeyim. Kendimi aslında tercih etmeyeceğim etiketlerle öyle çok donatmışım ki. Bütün kararlarımı, ilişkilerimi, iş yapış biçimimi, kendimi sevme şeklimi zehirlemişim.


Bu bir tür ikiye bölünme dönemi, bir öncesi ise büyük patlama. Tıka basa yiyip doyduğunuzda o son kaşığı yemek ve yememek arasında kaldığınızı düşünün. Öğrendiğiniz şu ki; o son kaşık ve yenilebilir. Ancak bedeniniz, mideniz bir kaşık daha istemiyor, bu noktada ihtiyaçlarınızı mı karşılamalısınız yoksa bildiğinizi mi yapmalı? İşte ikiye bölünme dönemi; hayatınızın her alanında bildiklerinizin, öğrendiklerinizin hatta deneyimlediklerinizin hepsini bir kenara atarak, yeni yollar bulmanız için size dayanılmaz bir rahatsızlık veriyor. Konfor alanınız yok. Kendinizle çelişiyor, yoruluyorsunuz. Değer mi? Emin değilim. Ama son kaşığı yemenin değdiğini de hiç görmedim. Öğrendiğimden, alıştığımdan farklı bir yolu neden denemeyeyim ki?


İkiye bölünmenin bir öncesi için büyük patlama demiştim. Bunu bir uyanma gibi düşünmeyin. Büyük patlama artık var olana, süregelene, -mış gibi yapmaya karşı bir patlama. Önce her yer bir toz bulutuydu diye başlayan hikayenin patlaması. Şimdi her yer bir toz bulutu.


Ya sonra? Bilmiyorum. Tahmin edemiyorum. Göremiyorum. Bu belirsizlik beni huzursuz ediyor, korkutuyor. Anlaşılmamış hissediyorum. Kendimi hiç anlayamamışım. Sonra etiketlere dönüyorum tekrar. Etiketler, etiketler, etiketler. Benim etiketlerim. Boktan, tahammül edemediğim, sorunlu ve sevimsiz belki birçoğu da başkaları tarafından yaftalanmış ve kabul edilmiş etiketlerim. Bu yüzleşme, birçok şeyden, sevdiğimi sandığım, mutlu olduğumu sandığım birçoğundan uzaklaştırıyor beni.


Dedim ya, sonrasını bilmiyorum. Sanırım bir değer kazanıyor insan kendine karşı. Ve değerini talep ediyor bir şekilde. Kabullenmiyor, sineye çekmiyor. Doğru bildiği için değil, olması gereken için mücadele ediyor.


Peki, son aşama ne? Parlama mı? Yok olma mı? Büyüme mi? Karanlık mı? Ne önemi var? Kendinizle ilgilenmezseniz, kendinizi tanıyamazsınız. Kendinizi tanıyamazsanız kendiniz için iyi olanı dışarıda ararsınız. Sahi, ne sizin etiketiniz? Neden bunu da denemeyesiniz? Bilmiyor musunuz? Ben de bilmiyorum. Bilinmeyen bir yolda yürümenin de kendine has bir hazzı var.


Yaşayalım mı, yaşamayalım mı? Bilmiyor muyuz? Peki, madem.

40 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Sustu adam...

bottom of page